Arrival filmi uzaylıların dünyaya gelmesi ve bizimle iletişim kurması ile başlar. Peki bu süreçte kullanıcı deneyimi ne kadar önemli? Bu yazımızda Arrival ve UX ilişkisini inceledik.
USERSPOTS BÜLTEN
Her ay tasarım ve teknoloji üzerine yeni stiller, dijital ürünler, projeleriniz için kaynaklar, tasarım ilhamları ve daha fazlasına sahip bülten.
Aramıza hoş geldin! Yeni bültenlerimiz de görüşmek üzere...
Oops! Something went wrong while submitting the form.
UX kelimesini ilk duyduğumdan beri aslında çevremdeki her nesnenin, her deneyimin bu süreçlerden geçerek bugün evimde, çevremde yer aldığını düşünüyorum. Baktığımda bana iyi hissettiren, kullandığımda hayatımda fark yaratan her şey aslında başlangıçta sadece bir fikirdi.
UX yolculuğuma başladığımdan beri de etrafımda olan biten her probleme kullanıcı odaklı ve empati kurarak yaklaştığımda iyileştirilebileceğini keşfettim. Günlük hayatımızda bize zorluk çıkaran soyut ya da somut nasıl bir sorun varsa bunu önce fark edip, incelemek, belki öncesini araştırmak, başka insanlardan fikir almak ve en sonunda çözüm olarak gördüğümüz düşünceyi hayata geçirmek, bana tüm sorunların çözümünün olduğunu öğretti.
Sizlere bu süreci daha iyi aktarmak adına da bir film üzerinden UX’te nasıl düşünülür, tasarımsal düşünce nasıl uygulanır bu yazıyla aktarmak istedim. Filmimizin adı: Arrival. Filmi daha önce izlememiş olanlar için olabildiğince az spoiler vermeye çalışacağım, ama tavsiyem bu yazıdan önce filmi izleyip taze anılarla bu yazıyı okumanız. Şimdiden keyifli okumalar :)
Filmimizin ana karakteri Banks, melankolik ve kendi halinde biri, bir üniversitede Dil Bilimci, aynı zamanda eski diller, dil kökeni gibi alanlarda oldukça uzman olan kahramanımız daha önceden devlete dil deşifreleri konusunda yardım etmiş biri. Bir gün dünyaya uzaylıların geldiğini ve dünyanın çeşitli bölgelerine uzay araçlarının indiğini görüyoruz. Dünyayı büyük bir kaos sarıyor tabii, kimse ne olacağını kestiremiyor. Dünyayı mı patlatacaklar yoksa işgal mi edecekler anlaşılamıyor. Vee kahramanımız bu kaos ortamında sahneye giriyor, Amerikan hükümeti (hiç şaşmaz) ana karakterimiz Banks’dan uzaylılarla iletişim kurmasını ve dünyaya gelme amaçlarını bulmasını istiyor. Böylece karakterimizin macerası başlamış oluyor..
Daha önceden iletişim kurmaya çalışan askerlerin ses kayıtlarını dinlemeyle işe koyulan kahramanımız, kayıtlardan hızlıca bir çıkarım yapıyor; uzaylılar ile kurulan iletişim hiç empati yapmaksızın direkt sorular sorularak yapılmış. Eli silahlı askerler, ne için geldiği belli olmayan uzaylılar ile iletişim kurmaya çalışıyor ama onları tanımak yerine, onları tehdit olarak görüyor.
Ses kayıtlarını dinleyen Banks iletişim sürecinin sadece kelimeler ve sözlerden değil, empatiden geçtiğini, karşı tarafın bizim dilimizi bilmeme ihtimalini düşünüyor ve farklı yollarla iletişim kurmaya çalışıyor. Karşı taraf hakkında önyargı yapmadan iletişim kurmaya çalışıyor ve önce kendini tanıtarak başlıyor. Bir yazı tahtası alıyor ve üzerine “İNSAN” yazıyor.
Farklı yollar deneyerek karşı taraf ile anlaşmanın bir yolunu bulacağına inanıyor. Ve tabiki de kahramanımız başarıya ulaşıyor, uzaylılar ile iletişim kuruyor ama konuşarak değil Sembollerle..
Sürekli farklı yöntemler uygulayarak ve deneme yanılma yapmaktan çekinmeden fikir üreterek süreci yönetmek, UX ve Design Thinking yönteminin vazgeçilmez bir aşaması. Bazen bu yöntemle işe yarayacağına emin olduğumuz bir fikrin hiç çalışmadığını ya da hiç olmaz dediğimiz bir fikrin eksiksiz işlediğini görebilirsiniz, bazen de bu süreçte yeni bir fikirler inşa edebiliriz. Sürecin belki en önemli aşaması da çoğu zaman bu oluyor.
Bu yöntem ile Banks de uzaylıların kendisini tanımlayacak dairesel semboller ile iletişim kurduklarını keşfediyor. Bir kullanıcı görüşmesinde olduğu gibi amaç sadece karşımızdakini anlamak ve varsayımda bulunmadan kendisini açıklamasını istemek. Filmde gördüğümüz bu sahnenin önemli detayı uzaylıların Banks’in iyi niyetli olduğunu hissetmesi ve iletişim kurmaya açık hale gelmeleri diyebiliriz. Yapılan kullanıcı görüşmelerinde de karşılıklı kurulan bu samimiyet, yapılan görüşmenin sağlığı açısından büyük önem taşır. Doğru enerjiyi yakalayabilmek, karşımızdakinin bize dürüst olabilmeleri, bizim onlarla kurduğumuz iletişime bağlıdır.
Gel zaman git zaman dil bilimcimiz Banks ile uzaylılar arasındaki iletişim daha da ilerliyor, bu sırada aldığı kayıtlarla sembollerin ne anlama geldiğini çözmeye de çalışıyor. Verilen yanıtlardaki dairesel semboller ile insanlar arasında bir iletişim dili oluşturulmak isteniyor. Gelen cevaplar biriktiriliyor, anlamlandırılmaya çalışılıyor ve birbiriyle kıyaslanıyorlar. Bu metodun ise araştırma sürecinde kullandığımız “benchmark” metodu ile aynı olduğunu görebiliriz.
Gelen veriyi anlamlandırmak için benzerlerine bakmak ve bir pattern elde etmek için kullandığımız bir yöntem olan benchmark bu örnekte de gördüğümüz gibi çok çeşitli alanlarda kullanılabiliyor.
Uzaylıların yarattığı simgesel dili anlamaya başlayan ve bir algoritma sayesinde de bunu konuşabilen Banks nihai soruyu sorabilmek için kendini hazırlıyor, Dünyaya ne amaçla gelmişlerdi? Tabi bu soruyu sormadan önce birçok pratik yapıyor ve doğru şekilde sorabilmek için hazırlanıyor. Direk sormaya kalkışmıyor çünkü Uzaylılar tam olarak anlamadığı bir soruya nasıl doğru cevap verebilir ki? Burada iş Banks’ın iletişim marifetlerine kalıyor. İster süper bir akışta olan soru seti hazırlamış olsun, isterse karşısındakine dün kahvaltıda ne yediğini sorsun, anlaşılamayan bir soruya gelen yumurta cevabı ne kadar anlamlı, ne kadar doğru olabilir ki?
Vee en sonunda nihai soru sorulduğunda gelen cevap uzaylıların insanlara bir silah sunmak istemesi oluyor. Bu cevap bir karmaşaya sebep oluyor. Bağlantı koparılmak isteniyor fakat kahramanımız Banks yine öne çıkıyor ve uzaylıların yazdıkları ile kastettikleri arasında bir fark olabileceğini bunun analiz edilmesinin, doğru anlaşılmasının nasıl bir aksiyon alındığında büyük rol aldığını söylüyor. Kullanıcı görüşmelerinde ya da araştırma sürecindeki netnografi metodunda yaptığımız gibi karşı tarafın aslen ne demek istediğini ancak analiz ederek, doğru sorular ile destekleyerek elde edebiliriz. “Sabah kahve içmeden ve meditasyon yapmadan güne başlamıyorum.” cümlesinin altında, kişinin güne başlarken bir rutine ihtiyaç duyması ve buna bağlı kalması, o kişinin oturtulmuş bir düzen istemesi olarak analiz edilebilir. Banks de tam olarak bunun peşinde. Varsayım yapmıyor, içgörü geliştirmeye çalışıyor. Ki bu noktada haklı çıkıyor. Uzaylıların sunmak istediği şey silah değil bir hediye. Kendi kullandıkları dairesel sembolik bu yazı dilini insanlığa hediye etmeye geldiklerini söylüyorlar.
Tabii nasıl bir hediye, neler oluyor izleyenler anladı. İzlemeyenler için ise bizden spoiler bu kadar :D
Filmi izledikten sonra emin oldum ki UX sürecinin tamamı hayatımızda her yerde görülebilir halde. Belki sadece farkında değilsiniz ama etrafındaki her nesne her deneyim bir UX sürecinin çıktısı. Bu yazıdan sonra etrafınıza bir de bu gözle bakmaya ne dersin?
Design Thinking Eğitimi Yeni Dönem Kayıtları Başladı!
5 Şubat - 11 Mart 2024
Tasarım Odaklı Düşünme, ekip içi işbirliğini kolaylaştırırken, insan odaklı projeler ve işler geliştirme sürecine sistematik bir şekilde yaklaşmamızı sağlıyor.